30 Kasım 2012 Cuma

Aydın'ın eskiden merkezinde olan Orta Mahalle , 90'lı yollardan sonra yavaş yavaş şehrin kenarında kalmaya başlamıştı. Şehir, İzmir yoluna doğru yarın öbür gün birleşecekmiş gibi hızla büyüyordu.
Orta Mahalle biraz Aydın'ın Teksas'ı olarak bilinirdi. Eskiden beri mahallede yaşananlar, roman ve film olabilecek nitelikteydi.Ya da aslında her yerde olan şeyler burada herkesin gözü önünde yaşanıyordu ve biz buna çok alışmıştık.
Özellikle yazları çok sıcak olan havası sanki insanlara da yansıyordu. Samimi, sıcak ilişkiler vardı ve bir de sıcaktan içi geçmiş adamlar, kadınlar... Tabi sadece öğle saatleri. Yoksa , güneşin gitmesiyle adeta her akşam bir düğün olurdu mahallede. Kahkahalar eksik kalmazdı.

Mahallenin anneleri, onların çocukları ve hatta onların torunları birbirinin arkadaşı olmuş, tıpkı büyük bir aile gibi devam ediyorlardı yaşamlarına.
Orta mahalle'deki tam ortayı kesen caddenin adı Egemenlik Caddesidir. Buradan son yıllarda artık minübüsler geçmeye başladı. Halbuki, 80'lerin sonu 90'ların başına denk gelen çocukluğumda saatlerce sokağın ortasında oynayabilecek kadar az araba geçerdi. Bazen de büyük, eski, benzin kokan, koltukları yırtılmış, sanki tiyatro oyununda kullanılmak üzere süslenmiş , sokaklara sığmayan kırmızı bir belediye otobüsü.
Bizim evden hemen sağa dönünce iki üç sokak ötede bir okul vardı. Atatürk İlkokulu... Mahallede oturanların neredeyse hepsi bu okulda okumuştu. Çocuklar, evin yakınındaki okula verilirdi; neredeyse birşey unuttuğunda koşarak eve gelen ve koşarak sınıfa dönen çocuklar bile görebilirdiniz yollarda. Atatürk İlkokulu eski, büyük merdivenleri olan, tuvaletleri bahçede, büyük bir avluya sahip, önündeki alanda demirleri paslanmış salıncak , kaydırak ve hala ne anlama geldiğini bilmediğim ve çocukların nasıl söyleyebildiğini anlayamadığım tahterevalli vardı.
Ve okulun karşısında küçük bir bakkal. Adı Yılmaz Bakkaliye.
Hiç unutmam. Hala ona soracak o kadar çok sorum var ki... Yılmaz bakkal, okulun tam karşısında 4-5 m2'lik bir bakkal dükkanı. İçinde aklınıza gelen gelmeyen ne varsa... Sanki , olur ya, lazım olur, ihtiyacın olur, aklına gelir, merak edersin... ne istersen burada. Üst üste, yüzlerce kutu; her kutunun içinde ayrı renkler. Dikiş ipi mi lazım? Ne dikeceksin? Gofretler hemen yanda, önce renkli sakızlar, soldaki kutunun içinde küçük piramit naylon poşetlerde renkli kolonyalar, kurşun kalem bitmeye yakın başına takıp kullanmaya devam ettiğimiz kalem başları, don lastiği, kalını, incesi, düğmeler, defterler, boyalar, sabun... aklınıza gelebilecek herşeyi düşünün.
Düşünseniz de aklınıza gelmeyecek bir şey daha vardı onda. Pişmaniye... Parmak pişmaniye. Cebimde param varsa, teneffüste veya okul çıkışı hemen yanına giderdim. Siyah podiyelerimiz, bembeyaz yakalarımız ve  kafamızdan büyük ve benim ilk dersten sonra dayanamayıp çıkardığım beyaz kurdelelerimizle... yanına koşarak gider ve o minnacık, içinde yüzlerce kutunun üst üste devrildi devrilecek durduğu bakkalın önünde durur, 'Yılmaz Amca!' diye seslenirdik. İçeriden uzun boylu, saçları geriye doğru taranmış ama yorgunluktan hafif dağılmış, burnunun ucuna doğru ittiği gözlüğü ile sanki içeride bir fabrika varmış da işi gücü yarım bırakmış gibi hafif telaşlı bir adam çıkar ve 'ne istediniz çocuklar?' diye sorardı. İçeri girsek de bize elletmezdi kutuları... Zaten ancak o bulabilirdi bu karışıklıkta bizim istediğimiz küçük mutlulukları.
Benim parmak pişmaniye dediğim, Eskişehir'in met helvasıymış.Sonra hiç bir yerde görmedim onu. Hatta Aydın'da sanki kimsenin haberi yoktu bundan. bir an, ilkokul dönemimin bir kısmında hayal mi gördüm acaba diye düşündüm.Ama çok da şaşırmamıştım, Yılmaz amca kimbilir nereden bulmuştu... hala tadı damağımda... ne çok severdim...
Parmak pişmaniye... yıllar sonra tekrar önümdeydi...Tam 20 yıl olmuş... belki daha da fazla...
Ahhh Yılmaz amca... Yaşıyor musun bilmem ama geçen gece senin ve çocukluğumun kulaklarını çınlattım.
Bugün o bakkal kapalı... Keşke açık olsaydı... Hala oraya gelen okul çocukları senin renkli ve gizemli dünyanı görebilselerdi.

O zaman onlar da benim gibi bir lavanta kokusu ile bile mutlu olabilirler miydi?

Hayattan büyük büyük mutluluklar bekleyenler... Hayatın onlara verdiği küçük umutları görebilir miydi?
Tıpkı senin küçük, piramit şeklinde naylonların içindeki renkli kolonyaları verdiğin gibi...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder